27 Ekim 2007

ESHİŞEHİR 'de İTLAF

Merhaba,

Peşpeşe üzücü haberler veriyorum ama ülkemizde bu haberlerin ardı arkası kesilmiyor. HAyvan hakları konusunda örnek şehirlerden biri olan Eskişehir'de yaşanan acı bir olay bugünkü konumuz. Eskişehir Hayvanları Koruma Derneği ve duyarlı belediyelerinin ortak çalışmaları sonucu hep iyi haber almaya alıştığımız Eskişehir'de kara bir haber geldi. Kendini bilmez bir yetkilinin kendinde can alma yetkisi görmesi sonucu gerçekleşen olayı EHKD başkanı Sayın Ayten TUTKUN'un kaleminden aktarıyorum. Ne olur artık itlaflar dursun, hayvanların da yaşamaya hakkı olduğunu unutmayalım, UNUTTURMAYALIM!



26.10.2007 sabahı Organize Sanayi Bölgesinden onlarca telefon aldık. 26 SA 827 plakalı beyaz Pikap’ta 3 kişinin tüfekle zehirli iğne atarak köpekleri öldürdüğünü ve toplayıp götürdüklerini ağlayarak anlatıyordu insanlar. Hemen olay yerine İl Çevre ve Orman Müdürlüğü yetkilileri ile gittik.

Öldürülen köpeklerden biri bakıldığı işyerinin bahçesinde bina girişine yakın bir yerde son nefesini vermişti. Jandarma Bölgesi olduğundan Jandarma’ya haber verilmişti. Gelen görevliler öncelikle Organize Sanayi Bölge Müdürlüğüne uğramışlar ve oradan Organize Destek Merkezi ekiplerince köpeklerin vurulduğunu talimat vereninde Bölge Müdürü Ali İhsan Karamanlı olduğunu bir kişiye belirsiz bir köpeğin saldırdığını ve pantalonunun çizildiğini adamın kuduz aşısına yollandığını bu yüzden itlaf emri verildiğini anlattılar bize.

Bizde Müdürlüğün kanunen suç işlediğini hayvanların öldürülmesinin suç olduğunu, belirsiz bir köpeğin ısırması yüzünden onlarca köpeğin öldürülmesini anlamanın mümkün olmadığını söyleyince klasik kuduz hastalığını bahane ettiler. Asıl bu durumda suç İşlediklerini kuduz şüphesi olan hayvanların 10 gün müşahede altında tutulmaları gerektiğini, öldüklerinde ise otopsiye göndermeleri gerektiğini eğer kuduz tespit edilirse çevrenin karantinaya alınması ve tüm hayvanların aşılanması gerektiğini anlattık. Amaç hastalıktan korunmaksa bu köpeğin neden öldürülüp ortada bırakıldığını sorduk. Şikayetçi olacağımızı, tutanak tutulmasını istedik. Maalesef başarılı olamadık. İl Çevre ve Orman Müdürlüğü Yetkilileri tespit tutanağı tuttu ve şahitlere imzalattı.

Çevrede yaptığımız araştırmada daha öncede aynı aracın bir çok defa defa köpekleri vurarak topladıklarını engellemek isteyen, köpekleri ne yapacaklarını soran vatandaşlara Odunpazarı Hayvan Sağlık Merkezine götürdüklerini orada aşılanıp, kısırlaştırıldıklarını anlatıp ikna etmişler. Bugüne kadar Organize Sanayi Bölgesinden tek bir köpek bile merkeze getirilmemiştir. Köpeklere atılan iğnelerin Veteriner Hekim haricinde kullanılmasının yasak olduğu söylenmesi üzerine vuran ekip Veteriner Hekim tarafından iğnelerin verildiğini ifade etmişlerdir.

Olay anında Org.Bölge Müdürü Ali İhsan Karamanlı’nın yanına giderek köpeklerin vurulmasını engellemek isteyen ve kanunu anlatıp suç işlediğini anlatan duyarlı vatandaşımıza da müdür tarafından hakaret edilmiş, ben yaparım kime istersen şikayet et denilerek gözdağı verilmiştir.

Yavruyken çalışanlar tarafından bakılmaya başlanan sokak köpeğinin bu güne kadar tüm aşıları yapılmış, hastalığında tedavisi yaptırılmıştır.Karnesi mevcuttur. Yaklaşık 2,5 yıllık ömrü zehirli iğneyle son bulmuştur. Köpeğin sahibi şikayetçi olacaktır. Müdürle görüşmeye gittik fakat yerinde bulamadık. Araçta iğneyle vurulmuş 4 köpek daha varmış.Dernek olarak her türlü başvurularımızı yapacağız. Desteklerinizi bekliyoruz.

Eskişehir Hayvanları Koruma Derneği
EHKD
Ayten TUTKUN

16 Ekim 2007

BALBAL MELEK OLDU




Bugün bu satırları yazmayı hiç istemezdim, ama hayat insana iyiler kadar acı hikayelerde yaşatıyor malesef.

Balbalı yaklaşık 15 gün önce dükkanın önünde gördüm, bi sabah baktım kapının önünde çok fena uyuza yakalanmış yaklaşık 6 aylık minik bir köpek. Zayıf ve besinsiz kalmış, zaten uyuz böyle hayvanları çok sever. Neyse hemen yemek su verdik, inanılmaz bi iştahla sarıldı yemeğe ve suya, 3 kap yemek yedi o küçücük haliyle. Karnı doydu ama tedavi edilmesi gerekiyordu, uyuzu çok ilerlemiş tüyleri dökülmüştü.
Belediyeyi aramak geldi aklımıza, gelip alıp tedavi ettiklerini duymuştuk. Ama ararken içimde bi korku vardı ya alıpta öldürürlerse diye, yapmadıkları şey değildi biliyorsunuz. Aradım ve geriş getirmelerini garanti ettikten sora gelip almalarını istedim.

Bana dedikleri
-"Alıp tedavi ediyoruz, sora doğal ortama salıyoruz ama aynı yere bırakamayız"
-Neden?
-"O zaman özel hizmete girer"
-Ama yönetmelik öyle demiyor, alındıkları yere bırakılır diyor.
-"Bir saniye bekleteyim"
1 dk sora
-"Tamam geri getireceğiz"
-Tamam ozaman adresi vereyim, vermez olaydım.

Bir kaç saat sora bir araç geldi, 3 tane genç ve vicdanlı oldukları belli olan gençler aldılar köpeği, itlaf yok değilmi dedim. Yok dediler, öyle olsa biz burda çalışmayız onların da canı var dediler. Bu beni rahatlattı. Ama tabi peşini bırakmayacaktım. Bi de kağıt imzalattılar, köpeğimi kendi isteğimle veriyorum diye, takipli diye. Nedenini şimdi anlıyorum...

Balbal adını verdim ona çünkü gözleri bal rengi idi, dükkanın önünde baktığım diğer köpek de bal rengi gözlü onun adını da Balkız koydum. Balkızıma benziyordu belkide onun akrabasıydı. Büyük ihtimalle öyleydi.

Bir gün sonra ben aramaya başladım, iyi, tedavisi yapılıyor dediler. 1 hafta sora Balbalı göndereceklerini söylediler. Gönderdilerde ama hayvanı görmeliydiniz. Eminim birçoğunuz böyle bir köpek görmemiştir ömründe, bende ilk kez gördüm. Bir deri bir kemik derler ya aynen öyle. Sadece iskelete deri giydirilmiş bir köpek, sadece su içiyor ağzına tek lokma koymuyor, hayata küsmüş ama onu oraya gönderen bize küsmemiş hala bize kuyruk sallıyor ve bizim kapının önünden ayrılmıyor.

İlk gün yiyebileceği herşeyi yedirmeyi denedik, ufak ufak kıydık tek lokma koymadı ağzına. Veterineri çağırdım belkide bunu uyuz tedavisi için yapsaydım zavallı bunları çekmeyecekti. Bu arada belediye görevlilerine bildiğimiz tüm bedduaları gönderdik, aç bırakmışlardı ilgilenmemişlerdi. Allah bunun sorumlularına da aynı acıları çektirsindi. Veteriner geldi, bu hayvana ne olmuş son raddesinde dedi. Hemen serumlar bağlandı, ilaçlar yapıldı. Balbalı içeri aldık, istemeden de olsa buna biz sebep olduk ve bunu ona borçluyduk ona bakacaktık. Günlerden arafeydi ertesi gün bayramdı, bana bayram değildi çünkü Balbala baktıkça içim yanıyor, yüreğim eziliyordu. Serumlara devam edin dedi veteriner. Böylece ışığın görünmesi zor olan bir tünele girdik Balballa beraber.

Veterinerin zar zor bulduğu damarına sonda takmıştı, ordan verecektik serumu. O gün çok ağladı sanki içinden bişe çıkarmaya çalışıyor ama başaramıyordu. Çok acı çekiyordu. O gün bakımını yaptık, dükkanın bir köşesinede huzurla uyuyacağı bir yuva yaptık ve ertesi gün gelmek üzere eve gittik. Bayramın ilk günü geldiğimizde içeride çok ağır bir koku ve kan rengi bir sıvı dışkı vardı. Kanlı ishal mi olmuştu, halsizdi. Ama bizi gördüğünde kuyruk sallamaya devam ediyor, sanki kendisine yardımcı olmak istediğimizi bilir gibi gözlerimize bakıyordu. Gözleri burnu sarı akıntı ile kapanmak üzereydi, mamuş ablası teramisinli pamukla akıntıları temizledi, serumunu bağladık, uslu uslu bekliyordu bu tedaviler sırasında. Ertesi gün yine geldik bu kez çok ilginç birşey oldu, biz gelince o haliyle ayağa kalkıyor bizi karşılıyordu hava alsın, tuvaletini yapsın diye dışarı çıkarıyorduk, dışarı çıktı ve yine kanlı dışkıyı yaptı ama o kadar zorlandıki anüsünden iki parmak kalınlığında nerdeyse 80 cm uzunluğunda kanlı bişe çıkmaya başladı ama orda sallanarak kaldı, daha önce böyle bişey görmediğim için, bunun bir bağırsak olduğunu düşündüm, o kadar korktum ki anlatamam. Hayvancık günlerdir bişey yemediki neyi çıkarsın. Veterineri aradım hemen, bağırsağın kolay kolay çıkmayacağını onun bi asalak olabileceğini söyledi. Veteriner de bayram için şehir dışında olduğundan biz tedavi yapmaya çalışıyorduk. Serumunu bağladık ama serum gitmiyor o kadar yavaşlamışki dolaşımı ki bunu sora öğrendik serum aşırı bir yavaşlıkla gitti damarlarına, hala kuyruğunu halsiz de olsa sallıyordu. O haliyle sevgiye karşılık veriyordu. İçimde hep iyileşeceği umudunu taşıdım.

Ertesi gün gittiğimizde, biraz tavuk götürmüştüm yer diye, saldırdı tavuğa hepsini yedi. O kadar sevindim ki yemek yemesi iyiye gidiyor demekti bana göre. Az sonra veteriner geldi, hastalığın seyrinden bunun "GENCLIK HASTALIGI" olduğunu söyledi. Gerçekten de tüm belirtileri vardı. Anüsünde çıkan uzun kanlı şey de parazitti, ben çekip çıkarmaya korkmuştum belki bağırsaktır, veteriner görmeli diye düşünmüştüm. Veteriner çekti çıkardı o bir parazitti ve aylardır kanını emdiği minik Balbalı o önce terketmeye çalışıyordu. Serum gitmez olmuştu, damar bulamıyordu, derisi keratinleşmiş dedi. Gençlik hastalığının bir safhası dedi. Ama bir yandanda yemek yemesi sevindiriciydi. Damardan serum veremediği için, deri altından verdi serumu, antibiyotik, vitamin ve kanama durdurucu ilaçları yaptı. Kanlı dışkının sebebi, kanlı ishal değil o adi parazitin yarattığı kanama imiş. Veteriner, "Hayatımda böyle kötü durumda olan ama hala direnen başka köpek görmedim" dedi, bende görmemiştim ama Allah büyük umumudumu yitirmemiştim, yemek yiyince iyileşir diye umudum artmıştı.
Bakımını temizliğini yaptık ve ayrıldık. Bayramda bitmişti zaten...

O gece hiç uyuyamadım, içim yanıyordu bir gün önce cama tık tık vurarak bize haber veren güvercinin iyi bir haber getirmediğini hissediyor ama kötü düşünceleri kovmaya çalışıyordum.

Ertesi gün gittik, kapıdan baktık hareket yok ama kapıyı açana kadar pek hareket etmiyor sora kuyruk sallıyordu. Öyledir sandım, kapıyı açtık yine hareket yok, yanına kadar gittik yine yok. Balbal gitmişti artık, savaşı kaybetmişti. Sallamasını beklediğimiz kuyruğu kaskatı kesilmişti. Bu hastalığın son aşaması, virüs kalbe kadar ulaşıyor, dolaşımı durduruyor ve kalp krizi geçirtiyordu. Balbalda da aynı yolu takip etmişti, çaresi bulunamayan bu lanet virüs. Patisi çok fena kasılmış ve öylece kalmıştı. Balbalım melek olmuştu, son kez dokundum bedenine, soğuktu, artık beni gördüğüne sevinmiyordu. Ona yaptığımız yuvasında kimbilir ne acılar çekerek ama huzur içinde ölmüştü. Balbal melek olmuştu.

Artık parçalar yerine oturuyor, Balbal giderken uyuz dışında bir hastalığı yoktu. Belediyenin barınağında da gençlik hastalığı mikrobu kol geziyordu, Balbal 6 aylık bir yavru olduğundan da o ortamda virüsü aldı, zaten kuluçka süresi 5-9 günmüş. Orda hastalığı kaptı ve hızla zayıfladı, belediye barınağındakilerde ilgilenmedi ve ölsün diye hayvanı bize geri getirdiler. Orda ölse başları derde girebilirdi, imzalı kağıdım vardı ellerinde. Belki aç bırakmamışlardı ama hastalığı bulaştırmışlardı, dikkatsiz ve özensiz belediye veterinerileri de hayvanın bu haliyle ilgilenmemişler, uyuz iğnelerini yapmışlar gerisi ile ilgilenmemişlerdi. İyi niyetle oraya gönderen, belediyeye güvenen ben de en az onlar kadar suçluydum bu durumdan. Geldiği gün barınağı aramıştım, neden aç bıraktınız diye, arefe günü olduğundan ordaki bekçi Mehmet denen bi adam açtı telefonu ve bana şöyle dedi, "Sokak köpeği için bu kadar mesele yaramaya ne gerek var " Allah senide bildiği gibi yapsın, sokaklarda sürünürsün inşallah.

Balbal öldükten sonra hemen belediye barınağını aradım ve Balbalı gençlik hastalığından kaybetiğimi ve barınakta önlem almaları gerektiğini söyledim. Başka bebeklerde var orda ve onlarda aynı acıları çeksin istemiyordum. Ordaki kız ilgileneceğini söyledi ama artık ben bilemiyorum nasıl ilgilenirler. Ülkemizde sahipsiz insanlarda, yaşlılar da, hayvanlar da Allaha emanet işte.

Bu hikayeyi gözyaşları içerisinde tüm ayrıntıları ile yazdım ki sizlere de örnek olsun. Yavru hayvanlar için çok tehlikeli olan bu "Gençlik Hastalığı" nın çaresi yok gibi bişey. Kurtulma şansı %20 oda ardında bi arıza bırakarak. Aşı şart, aşı olmamış yavru köpekler barınak ve veteriner gibi ortamlarda bunu çok kolay kapabilir ve gözünüzün önünde eriyerek acılar içinde can verir. Hem üzücü hemde tedavisi çok pahalı, o sebepten yavru köpeğinizi gençlik hastalığı ve kanlı ishal aşısı yaptırmadan kapının önüne bile çıkarmayın. Ben heryeri malzemeleri attığımız çöpü bile çamaşır suyuyla dezenfekte ettim ki başka hayvanlara bulaşmasın, onlarda acılar içinde kıvranmasın.

Hayatım boyunca çok hasta hayvana yardımcı olmaya çalıştım, ömrüm oldukça da bu böyle devam edecek ama Balbal içimi yararak gitti bu dünyadan. Kendimi suçlu hissettirerek, belediyeye göndermesem böyle olurmuydu diye yiyip bitirdim kendimi. Balbalım melek oldu ama artık bu ülkede sokak hayvanlarının çektikleri eziyetler acılar dinsin istiyorum, herkes elinden geleni yapsın istiyorum. Dünyadaki kötülüğün yayılmasına tek etken olan insanları yine insanlar engelleyebilir. Ne olur sessiz kalmayın, sokak hayvanlarının sesi olun ve ben ne yapabilirim diye bir kez sorun kendinize.

En doğal hakkımızı elimizden almayın, YAŞAMAMIZA İZİN VERİN!!!

BU YAZIYI BENİM KARDEŞ KADAR YAKIN DOSTUM AYNI ZAMANDA HAYVANLARINDA CAN DOSTU OLAN ESRA İÇER, www.dohaykoankara.org SİTESİ İÇİN YAZDI, ELİNE YÜREĞİNE SAĞLIK DOSTUM

Biz dört ayaklı, kanatlı, yüzgeçli, tüylü, kıllı kulaklı, siyah boncuk gözlü, hüzün bakışlı, ıslak burunlu, gagalı, dost canlısı, tarih boyunca önemsenmemiş…

Biz laboratuarlarda denek olarak kullanılmış, gözlerine ilaçlar damlatılmış, kör edilmiş, canlı canlı kürkleri yüzülmüş, moda uğruna öldürülmüş, yavruları gözlerinin önünde hunharca katledilmiş, sopalarla, mızraklarla, silahlarla, zehirlerle hayatları ellerinden alınmış suskun kalpler.

Biz soluk alıp veren, minik kalplerine kocaman sevgiler sığdırabilmiş, siz insanlara güvenmiş, dost ve yoldaş olmuş, sizleri korumak adına canını vermekten çekinmemiş ancak para uğruna sirklerde soytarıya dönüştürülmüş, reklâmlarda meta olarak kullanılmış…

Biz dilsiz, sözsüz, suskun… Yaşam alanları yok edilmiş, yiyecekleri tüketilmiş, suları kirletilmiş, küçücük alanlara hapsedilmiş, kafeslere kapatılmış, kendi arkadaşlarını parçalamak zorunda kalacak kadar aç ve çaresiz bırakılmış.

Biz yaşamak için mutasyona uğramak zorunda kalmış, bu dünyada sizler kadar söz sahibi olan ancak kendi gelecekleri için bile fikir yürütemeyen…

Biz hayvanlar, öteki canlılar, dünyanın sessiz sakinleri, sizin yaşamdaki komşularınız, hepimiz bir ağızdan, DOHAYKO Ankara aracılığıyla size sesleniyoruz:

Biz sadece yaşamak istiyoruz! Sizden sevgi ve yaşam hakkımıza saygı bekliyoruz.

Bir kere bakın gözlerimizin ta içine, orada yaşamanın bizim için de sizler kadar değerli olduğunu göreceksiniz.

Biz de sizler kadar önemliyiz! Sizler kadar hakkımız var dünya üzerinde. Hepimizin bir arada yaşayabileceği kadar büyükken dünya, bu açgözlülük ve doyumsuzluk neden?

Düşünün; bizler, hayvan olmanın gururu ile yaşıyorken, siz insan olmayı utanç haline getiriyorsunuz!
Elinize bulaşmış kan mı, çocuklarınıza bırakmak istediğiniz miras?

Bizden güçlüsünüz, kabul ediyoruz. Bu yüzden size sessizce haykırıp, usulca yalvarıyoruz:
En doğal hakkımızı elimizden almayın, yaşamamıza izin verin!!!